Coffee has created its own “culture” in Turkey are the famous words of the great Turkish 20th century poet, Yahya Kemal. A little bit more than a casual visit to Turkey would convince anyone that this is the case.
Coffee for Turks is not simply a drink, but has its own history, its institutions (coffeehouses), its rituals, its own rules of when and how to drink it, and even a tradition of fortune-telling by reading the coffee grinds deposited at the bottom of a traditional Turkish coffee cup… Most Turks would find it superfluous to call it Turkish coffee: coffee is Turkish coffee.
Turks were introduced to coffee over four and a half centuries ago. A short while after a governor to Yemen brought back to Istanbul and introduced to the Ottoman capital beans of Coffee Arabica, the metropolitan city was teeming with coffeehouses. Within a century, first Venice, than London and Paris were introduced to coffee via the Ottomans, which naturally acquired its epithet “Turkish” to become “Turkish coffee”.
Shortly after coffee was introduced to the Ottomans in 1543, it became so popular so quickly that coffeehouses were opened and small shops opened specializing in roasting coffee. Coffee roasting is called “tahmis” and to this day there is a street called Tahmis in the Eminonu neighborhood in Istanbul where the so-called Egyptian spice bazaar is located. Its name derived from the coffee shops located on this street 460 years ago.
Let’s go back to what the poet said: What would a “culture” created by coffee mean (“kahve medeniyeti” in Turkish, which is hard to translate since the expression denotes something that extends beyond the more restrictive term “culture”)? Is there such thing as “culture” when it comes to coffee? We cannot answer this question directly without going into the whole experience of coffee. We will therefore approach it from various angles. First its ritualistic element:
Why would coffee be associated with rituals or ceremonies? In its first aspect, this refers to the special way of making Turkish coffee. The etiquette that has developed around coffee-making, even though it has changed somewhat from former times, constitutes a set of rules coffee lovers still try to adhere
A second aspect of the ritualistic element in Turkish coffee refers to certain traditional elements that have been woven into it. One strong tradition dictates the typical (and also, to some extent, stereotypical) situation where the family of a young man visits the family of the bride-to-be to ask for their permission for their marriage. The girl whose hand is sought is supposed to bring coffee on a coffee tray, and traditionally this is the only time she has a say in the whole affair. The vote she casts is expressed in terms of how sweet the makes the coffee, ranging from extra sweet (a definite yes) to “no sugar” (a definite no), and at times to salty coffee, a step shorter than not appearing at all.
This tradition notwithstanding, to sweeten coffee with sugar is a relatively new usage (“new” considering a tradition of about four and a half centuries.). Turks used to drink their coffee without any sugar. Instead, it was customary to eat or drink something sweet either before or after the coffee, sweetened fruit juices known as sherbet, fruit preserves, Turkish delight, sultan’s paste, halva, or other confectionery.
Türk kahvesinin tarihçesi
Kahvenın kökeni olarak Habeşistan olarak gösterilmektedir. Zamanla kahve oradan Yemen'e geçmiş ve sonra da tüm Orta Doğu'ya yayılmıştır.
Osmanlılarda kahve
Kahvenin Osmanlı İmparatorluğu'na gelişi konusunda iki hikaye vardır. Birincisine göre, 1554 yılında Suriyeli iki girişimci tarafından (Halepli Hukm ile Şamlı Şems) İstanbul'a getirilmiştir.
Diğer hikayeye göre ise 1517 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın Yemen Valisi olan Özdemir Paşa, lezzetine hayran kaldığı kahveyi İstanbul'a getirmiştir. Yemen Valisi Özdemir Paşa, böylelikle Yemen'den getirdiği kahveyi saraya taşıyor. Türk kahvesini, sarayın görkemli salonlarında, 40 kişilik kadrolu kahveci ustaları tarafından özenle Sultan'a servis ediliyor. Harem'de cariyelere doğru kahve pişirme dersleri başlıyor.
Hangi hikaye gerçek olursa olsun, doğru olan nokta kahvenin ve kahve kültürünün hızla Türkler arasında yayıldığı. İlk olarak Tahtakale'de açılan ve tüm şehre hızla yayılan kahvehaneler sayesinde halk kahveyle tanıştı. Günün her saati kitap ve güzel yazıların okunduğu, satranç ve tavlanın oynandığı, şiir ve edebiyat sohbetlerinin yapıldığı kahvehaneler ve kahve kültürü dönemin sosyal hayatına damgasını vurdu.
Saray mutfağında ve evlerde yerini alan kahve, çok miktarda tüketilmeye başlandı. Çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulduktan sonra dibeklerde dövülerek cezvelerde pişirilmek suretiyle içiliyor ve en itibarlı dostlara büyük bir özenle ikram ediliyordu.
Türkler tarafından bulunan yepyeni hazırlama metodu sayesinde kahve, güğüm ve cezvelerde pişirilerek Türk kahvesi adını aldı.
Osmanlılardan Avrupa'ya
Türk kahvesine olan ilgi Osmanlı toprakları ile sınırlı kalmadı... 1615'te Venedikli ve 1650'de Marsilyalı tacirler de Türk Kahvesini dünyaya yayıyorlar. İtalyan gezgin Pietro della Valle tattığı ve hayran kaldığı içecekle ilgili değişik bilgileri arkadaşlarına anlatıyor. Ancak, bu tarihlerde kahve yaygın bir şekilde Avrupa'da tüketilmeye başlanmıyor. Zira bir yandan din, diğer yandan tıp adamları bu gizemli içecek hakkında hiç de olumlu yorumlar da bulunmuyor!
Türk kahvesinin Avrupa'da tanınmasını sağlayan bir diğer olay ise diplomatik bir girişim. 1669'da Osmanlı Sefiri Hoşsohbet Nüktedan Süleyman Ağa, Osmanlı İmparatorluğu ile Fransa Krallığı arasındaki ilişkiler için Paris'e gönderiliyor. Süleyman Ağa'nın XIV. Louis'yi ziyareti pek güzel geçmese de Süleyman Ağa'nın Paris'te 20 kişilik maiyeti ile kaldığı sırada Türk kahvesini Paris sosyetesine ikram ediliyor. Ağa Paris'ten ayrılırken, kahvecisi Paris'te kalır ve bir kahvehane açar...
Fakat, Türk kahvesini Avrupa'ya esas kök salışının gerisinde bir savaş var... Avusturyalılar 1683'te Osmanlı Ordusu'nun Viyana Kuşatması sayesinde tanışıyor kahveyle. Viyana kapılarından geri çekilen Osmanlı Ordusu yaklaşık 250 kg kahveyi orada bırakıyor. Aslında, bu kahve çuvalları neredeyse Viyanalı askerler tarafından deve yemi sanıldıkları için Tuna'ya dökülecekti. Ancak, Türk kültürünü yakından tanıyan bir Avusturya ajanı olan George Kolschitzki, bu kahvelerle Viyana'da bir kahvehane açar...
Böylelikle, Türk kahvesi kültürü yavaş yavaş tüm Batı ülkelerine yayılmaya başlar...
Her ne kadar günümüzde "Yunan Kahvesi", "Ermeni Kahvesi" gibi taklit isimler altında başka ülkeler tarafından sahip çıkılmaya çalışılsa da Türk kahvesi, kendine has özellikleri ile yurdumuzda yaratılan ve buradan tüm dünyaya yayılan nostaljik bir tad olarak dünyadaki yerini almıştır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder